“İnsanlar içinde en ağır imtihana çekilenler peygamberlerdir. Sonra sırasıyla (rütbeleri) onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir…” (bk. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, I/519; Hâkim, el-Müstedrek, III/343; Müsned, I/172, 174, 180, 185, VI/369)
Bu ve benzeri hadisler, peygamberlerin ve onlarla beraber o belaları göğüsleyen arkadaşlarının ne büyük imtihandan geçtiklerini göstermektedir.
Testereyle ikiye biçilen Hz. Zekeriya (as), demir taraklarla derisi yüzülen Hz. Cercis (as) gibi peygamberlerden, ateş ocaklarına atılan büyük zatlara kadar, nice ağır ve zor durumlara düşenler olmuştur.
Eğer bu tür musibet ve sıkıntılar kötü olsaydı, Allah en sevdiği bu mübarek kullarının başlarına bunları getirir miydi?
Demek ki, bunların çok büyük rahmet ve nimet yönleri vardır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (asm), yanarak ölen, suda boğulan, göçük, çığ, toprak veya bina altında kalan, veba gibi salgın hastalıklardan vefat eden veya akrep sokmasından ölen, gurbette veya ilim yolunda ya da cuma gecesinde vefat eden Müslümanları da şehitler olarak ifade buyurmuştur. (bk. Buhârî, Ezan, 32, Cihâd, 30; Müslim, İmâre, 164; Tirmizî, Cenâiz, 65, Fedâilu'l-Cihâd, 14; Ahmed b. Hanbel, I/22, 23, 2/323, 325)
Bu nedenle, toprak altında kalarak vefat edenler, çektikleri o kısa zahmete karşılık, peygamberlerden sonraki makam olarak kabul edilen şehitlik mertebesine nail oluyorlar.
Eğer onlara, mümkün olsa da “Çektiğiniz bu sıkıntılara karşılık ne aldınız?..” diye sorulsa, mutlaka şu cevabı vereceklerdir: “Çektiğimiz o kısa zahmet ve sıkıntılara karşılık, öyle büyük mertebeler ve makamlar verildi ki, çektiğimiz sıkıntılar verilenlere göre hiç hükmündedir.”
Ayrıca, onların bedenlerinin gördüğü zarar, ruhlarına dokunmaz ve onları müteessir etmez. Örneğin, kuşun içinden uçup göklere gittiği bir kafesi, yakmak, toprağa gömmek ve parçalamak, asla kuşa bir zarar vermez. Onun gibi, beden kafesinden ruh kuşu uçtuktan sonra, bedene gelen zararlar asla o ruha zarar vermez; ruh ondan müteessir olmaz.
Diğer taraftan, vefat edenlerin yakınları, dostları ve müminler elbette üzülürler; kalpleri sızlar ve gözleri yaşarır. Ancak bilmeliyiz ki, onlar, Peygamber Efendimiz (asm) başta olmak üzere, bütün mübarek zatların bulunduğu berzah hayatına gittiler. Bizim de gideceğimiz o âleme, bizden önce gitmiş oldular.
Öyleyse o şehitlerimizi, hacıları Peygamber Efendimimiz (asm)’in kabrinin bulunduğu Medine’ye, Kâbe’nin bulunduğu Mekke’ye uğurlar gibi yolcu etmeliyiz. “Uğurlar olsun, yolunuz açık olsun!..” diyerek, gittikleri o âleme selamlar göndermeliyiz.
Bu gibi elim olaylarda -eğer varsa- kusuru olanlara gelince, elbette bu (ihmalkârlar) suçlular bulunmalı ve gerekli cezaları verilmeli; bir daha bu tür elim olayların yaşanmaması için gerekli maddi ve manevi tedbirler alınmalıdır.
Özetle, bu dünya bir misafirhanedir, bir kışladır. Her insan da bir misafir ve askerdir. Bu kardeşlerimizin terhis zamanı gelmiş. Azrail (as) bir vesile olduğu gibi, bu toprak çökmesi (maden ocağı kazası da) de bunların terhis olmasına bir vesile olmuştur.
Öyleyse bir gün (hepimizin) bu nöbeti bitecek ve misafirhaneden gönderileceğiz. Nerde, nasıl ve ne zaman terhis edileceğimiz belli olmadığından, her an gidecekmiş gibi hazır olmalıyız!..
Kaynak:sorularlaislamiyet