Onbirinci Sohbet: Marifetullah ( Allah'ı Bilmek ) (El Fethur Rabbani)


Bu konuşma, Hicretin 545.yılında, Şevval ayının ondokuzuncu günü, Cuma sabahı medresede yapılmıştır. 


Bu sohbette;

Aziz ve Celil olan Allah'ı bilmek ve tanımak niçin önemlidir ?

Herşeye gücü yeten Allah'ı tanıyanların hayatlarında neler değişir ?

Nefsi başıboş bırakmak hangi tehlike ve afetlere sebebiyet verir ?

Allahü Teala'nın yardımı ne zaman inanan bir kalbin yanında olur ?

Allah'tan başka herşeyi kalpten çıkarmak insana ne kazandırır ?

gibi merak ettiğiniz soruların cevaplarını Evliyalar Sultanı, Gavsu'l Azam, Seyyid, Şeyh Abdulkadir Geylani Hazretleri'nden dinleyeceksiniz. 


11. MECLİS

Bu konuşma cuma sabahı medresede yapıldı.

Konuşma tarihi: Hicrî 19 Şevval 545, Milâdî 1150.

Ey cemaat! Allah’ı anlayın. O’nun şanına bilgisizlik yakışmaz, cahil olmayın. O’nu bilin ve itaat edin. Muhalefet ne demek? O’nun yoluna baş koyun. Allah’ın bütün hükümlerine razı olun, niza ve çekişme ayıp olur.

Allah yaratıcıdır. Kullara rızık verir. Evvel ve sonra O’nun hazinesi dışında yeyip içen yoktur. Zahir, bâtın hep O’dur ve O’nundur. O’nun varlığı kadîmdir. O’ndan evvel varlık başlamadı. Bu kadîm hâli, sonsuzlara kadar uzar. Hükmüne karşı duran yoktur. Dilediğini yapar; kimseye hesap vermek zorunda değildir.

“Yarattıkları, toptan ve tek tek, kendi yaptıklarından O’na karşı sorumludurlar.” (el-Enbiyâ, 21/23)

O, zengin kılar, dilerse bir pula muhtaç eder. Yararlı olan O’dur. Öldüren, dirilten O’dur. İşleri O takip eder. O’ndan korkulur. O’ndan ümit kesilmez. Hataya düşünce O’ndan korkunuz. Bir şeyler beklerseniz O’nun kapısına koşunuz. Başka kapılardan fayda ummayınız. O’nun kudreti ile dönünüz. Hikmet ve kudrete mağlup oluncaya kadar devam ediniz. Edepli olunuz. Siyahla olduğunuzda beyazı unutmayınız. Hak’la aranızda irtibat kurulması lazım. Edepli olursanız olur. İslâm dininin esaslarını bozmaktan korunursunuz.

Anlattığım şey, mâna âlemi ile ilgilidir. Suretle işimiz yok. Anlattığımıza iyilerden pek azı erebilir. İslâm dininin dışına çıkanlarla işimiz yoktur. Onlar bize uzaktır. Hâlimize erenler, âlemimize geçenler bilir. İç âlemini zengin kılan anlar. İşin aslını yitirip dışında kalan, bir şey sahibi olamaz. Mücerret ve muayyen vasıflar işe yaramaz.

Bütün işlerinizde, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in kurduğu yola girin. Vasat hâlinizi kuvvetlendiriniz. Emir ve yasaklar altında kötülükleri eziniz. O’na uyanlara uyunuz. Padişah, bu hâlinizde sizi çağırır. Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e uymayı iyi biliniz, Hak katına varmak için ondan izin isteyiniz.

İnsan, kendine mal etmek istediği mevhum varlıktan soyunmalıdır, ebdal olmalıdır. Ebdal, varlığını Hak varlığına kattığı için ebdal olmuştur. Onlar Hak iradesi önünde dilek sahibi olamazlar. Hakk’ın seçtiği şey üstüne onların seçme hâli yoktur. Zahirde işler tutar, hükümler verirler. Dıştan bakan onları böyle görür, hâlbuki yapan başkadır. Bir zaman geçtikten sonra, hususî hayatlarında hoş işler tutmaya koyulurlar. Onlar, dış âlemi bırakmazlar. Gönülleri zenginleştikçe dış âleme ait emir ve yasaklara itina ederler. Bu hâlleri devam eder; zaman gelir onları emir ve yasak etkisi altına almaz olur. Artık dıştan bir şey almadan ve kitaptan okumadan, kendi iç varlıkları onların sırlarını yönetir. Onlar bir uzlet âlemine çekilmiş sayılırlar. Hak’tan bir an bile gafil olamazlar. Onlar kendilerini yitirirler. Emir ve yasak anında anî bir uyarma gelir, emri ve yasağı hemen yaparlar. Hiç bir haddi aşmak onların aklına gelmez. İbâdeti terk etmek zındıklıktır. Hatalar yapmak, Hakk’a isyan sayılır. Bu büyükler, hiç bir hâlde yapılması gerekli ibadetleri yapmaktan muaf olamazlar.

* * *

Ey evlat! O’nun hükmüyle iş tut. Doğru hattan çıkma. Ahdi unutma. Hepsini yapmaya gayret et. Şeytanı yık. Kötü olan tabiî arzularını yen. Allah’ın yardımından ümit kesme. Hak yardımı, senin sebat hâline göre gelir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

“Şüphesiz, Allah sabırlı kulları iledir.” (el-Enfâl, 8/46)

“Hiç şüphe yok ki, galebeyi kazanacak olanlar Allah’ın yardımcılarının ta kendileridir.” (el-Mâide, 5/56)

“Uğrumuzda çalışanlara, yollarımızı elbette açarız.” (el-Ankebût, 29/69)

Nefsin dilini tut, Allah’ı kula kesmesin. Bu hâlde nefsine can düşmanı ol. Ona ve diğer kullara, Hak kulluğunu emret. Yasak olanları yaptırmamaya çalış. Onları bozuk hâllerden kurtar. Hak anlayışına ve tabiatına uymayan şeyleri bıraktır. Allah’ın kitabına ve Peygamber’in âdetine çek onları.

* * *

Ey cemaat! Allah’ın kitabına saygı gösteriniz. Onun saygı hakkını terbiyenizle ödeyiniz. O, Hak’la aranızda bir vuslat vesilesidir. Onu mahlûk ve bir kul tarafından yazılmış görmeyiniz. Allah Teâlâ; “Bu benim kelâm sıfatımın tecellisidir.” buyururken siz başka isnatlara yeltenmeyin.

Her kim Kur’ân’ı mahlûk ve kul yapısı bilirse apaçık Hakk’ı inkâr etmiş olur, yazık olur. Şu Kur’an! Şu okunan Kur’an, şu işittiğimiz yüce kelâm ve mushaf sayfalarına yazılı yüce mânalı sözler, O’nun kelâm tecellisindendir. İmâm-ı Şafiî ve İmâm-ı Ahmed o kadar titiz davranmışlardır ki, sadece yazının mahlûk olduğunu, ötesinin Allah kelâmı olduğunu söylemişlerdir. Buna misal olarak kalbin mahlûk olduğunu, içinde duranın mahlûk olmadığını söylemişlerdir.

* * *

Ey cemaat! Kur’ân’ın nasihatlerini tutun. Bunu işinizle açığa vurun. O’nun karşısında mücadeleci olmayın. İman ve itikat kolaydır ve güç olmayan işlerdir. Çok da değildir, hemen yapılabilir. Yapılan işler bundan sonra gelir. Size en çok iman etmek düşer. Kalbinizle tasdik edin, dış varlığınızla iş görün. Size yararlı ne ise onu yapın. Kısa ve iptidaî görüşe sahip olanlardan uzak durun.

Ey cemaat! Nakil ile gelen bilgiler akıl ile istintaç edilemez, nass da kıyas ile terk edilemez. Yine de şahidi elden bırakma. Mücerret dava ile kimseye bir alacak yüklemek kabil değildir. Şahitsiz ve ispatsız, kimsenin hakkını almak kolay değildir. Bu hususta Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in bir emri vardır:

“Bir cemaat, diğerine karşı mal veya kan dâvasında bulunmak zorunda kalırsa, ispat gerek. Davacı ispat getirmeli, aksi hâlde yemin icap eder.”

Kalp bilgilerden ârî olduğu zaman dilin kuru bilgisi yetersizdir. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Ümmetim için en çok korktuğum, içi bozuk bilginlerdir.”

Ey bilginler ve ey cahiller, ey hazır olan ve buradan uzakta duranlar, size tavsiyem; Allah’tan korkunuz. Kalp gözünüzle O’na bakınız. O’nun önünde kendinizi yere seriniz. O’nun kader çekici durmadan çalışır. Nefsinizi O’na teslim ediniz. Şükür yoluna girmekle O’na ‘koşunuz. Nimetleri şükürle devamlı kılmak sizin elinizdedir. O’na itaat edin. Karanlığa O’nun ziya lâmbası ile giriniz. Bu hâller sizi kuşatınca Hakk’ın her çeşit iyiliği sizi bulur. Dünyada cennetlik olursunuz, artık öbür âlemde her şey sizin olur.

* * *

Ey evlat! Çalış, kalbini temiz kıl; onda dünya sevgisi kalmasın. Zerresine kadar ayıkla. Bu bitince nefsine sahip çıkan olur. Bir an bile seni onun eline bırakmazlar. Unutursan hatırlatırlar. Gaflete düşersen, ayık kılarlar. Cümle eşyada Hakk’ı gösterirler. Başkasına baktırmazlar. Bu bir zevktir ki, tadan bilir. Bu cins hâle ermek zordur; halk arasında eren binde birdir. Bazı fertlerdir. Onlar, halka gidip gönül eğlendirmezler. Halk onlara sükûnet veremez.

* * *

Ey içi bozuklar! Âfetler gelmeye başladı. Belâlar kalbinizin ucunda duruyor.

Hak yolcuları, Hak’tan uzak kalmışlara baktıkları zaman huzur verirler. Hak katında sükûna davet ederler. Yaratılmışlara bağlı kalmayı onların gözünden silerler, önce her şeye muteriz olan kimseler, sonra teslim olur kalırlar. Hak yolcuları bir yere nazar etmeye görsün. Sonrası malûm. O nazarın izi artık silinmez. Günler geçer, aylar biter, yıllar tükenir, ama o izler değişmez.

O büyükler insanların en akıllı olanlarıdır. Siz onları görseniz akıllı olduklarına inanamazsınız. “Bunlar delidir!” dersiniz.

Onların da sizin hakkınızda düşündükleri vardır, kıyamete inanmadığınızı ispat ederler.

Onların gönlünde hazine saklıdır. Halka karşı kalpleri sert değildir, Hak’tan korkar ve çekinirler. Her ne zaman ki, celâl perdesi açılır, o zaman onlara bir yıkıntı ve perişanlık gelir. Kalpleri parçalanıyormuş gibi olur. Bütün bitişik kemikleri ayrılıyormuş gibi olur. Hak Teâlâ onların bu hâline göre tecellisini verir. Rahmet kapısını açar. Cemâl perdesini açar, lütfünü onlara yağdırır.

Ben, Hakk’ı arayanlara bakarım. Âhireti arayan kimseleri severim. Başkalarından pek hoşlanmam. Dünya bekçisi, nefsin ve şahsî arzusunun peşinde koşan benim işime yaramaz. Onlarla benim işim yok. Ancak, onlar hastadır, tedavi için yanıma gelmelerini arzu ederim. Hasta için en sabırlı sahip, doktordur.

İşlerini benden saklı tutuyorsun, sana yazık oluyor. Benden saklı şey az olur. Sen saklıyorsun, hâlbuki o bana gözüküyor. Görüyorum, “Sen dünya arıyorsun ve ey şahıs, sen de âhiret arıyorsun.” diye söylüyorum.

Bunlar bir hevestir. Bu hevesler kalbine yazılmış, sonra alnında açıkça gözükmektedir. İçin dışa vurmuş, her şeyin kıymetsiz bir hâl almış. Elinde bir miktar dünyalığın var, onunla böbürleniyorsun. Hâlbuki onun ancak zerresi işe yarar. Sana göre elindeki altın sayılır, hâlbuki onun altın kısmı azdır, ötesi ya gümüş veya işe yaramaz şeydir. Bunlarla bana çalım satma, onların çoğunu gördüm. Bana geldiler, teslim oldular. Ben onların içinden seçtim. Ancak işe yarayan altın kısmını aldım, ötesini attım. İyi olan az, işe yaramaz çoktan iyidir. “Altın babası” diye lakap alman, seni kurtaramaz. Ben sikkeciyim, yanımda âletler vardır, onlarla ölçer, değerini veririm. Riyadan dön, nifakı bırak, bunları bıraktığını varlığına anlat. Boş gurura kapılıp kendini aldatma. Nefsini ıslâh etmeyen ve riyadan vazgeçmeyen çoğu ihlâs sahipleri, münafık oldular. Bu sebeple rahmetle yad ettiğimiz bazı büyükler şöyle der:

“Boş yere ihlâs satmayı riyakârlar bilir.”

İşin önünden sonuna kadar doğruluğu bırakmayan azdır, azdan da azdır. Her şey tedricî olarak aslını bulur. Küçük hata zamanla büyür. Meselâ; huysuz çocuklar ilk başta yalan yolunu tutarlar. Sonra kötü toprak ve pislikle oynarlar. Daha sonra kötü yollara düşer, anasının sandığını açar, babasının kesesinden para aşırır, herkesi çekiştirmeye başlarlar. İşte bu hâlde iyi bir baba ve iyi bir öğretmen onu bu hâlden kurtarır. Allah, bir kimse hakkında hayır murat ederse terbiyeli kılar, ölünceye kadar öyle götürür ve bir kimse hakkında şer diliyorsa o adam da bulunduğu hâlde yaşar ve öyle ölür. Ancak Allah’a yalvaran ve O’na sığınan her zaman kurtulur.

Allah, hem Azîz, hem de Celîl’dir. Her dert için bir deva yaratır.

* * *

İsyan hastalığına çare, itaattir. Zulmü, adalet yıkar. Hata bir hastalıktır, ilacı ise doğruluktur. Hak Teâlâ’ya isyan bir suçtur. Bundan kurtuluş çaresi ise günah sarhoşluğundan tevbedir. Ama asıl ilaçların tümü, halkı kalpten atmaktadır. Bunu yapabildiğin an, işlerin tamam olur. Hakk’a vasıl olursun. Semalara yükselirsin. Ruhun yücelerin sesini duyar. Kalıbın, yeryüzündeki evinde yaşar. Kalbin, Hak’la olur. O’nun bilgi denizinde yaşarsın. İlim bakımından Hakk’a vasıl olursun, amel itibariyle de kullara karışık durursun. Ne tamamen Hakk’ın malı olur, ne de halka yönelebilirsin. Öbür âleme geçinceye dek böyle gider. Kimse sana fert olarak sahip çıkamaz. İç âlemin Mevlâ ile olur. Dış âlemin halk arasında kalır.

Nefsini, tek başına yola salma. Ona varlığını yükle, ağırlığını duyur. Aksi hâlde sana yüklenir ve varlığını duyurur. Nefsi yere sermeye bak. Seni bir yere vurursa zor kalkabilirsin. Sana itaat etmeli, etmiyorsa aç bırak, az su ver. Açlık ve susuzluk kamçısını ona vur. Onu perişan etmeye bak. Her şeyini soy, çıplak kalsın. Hiç kimsenin bulunmadığı bir yere koy, akıllansın. Bunlar ona birer acı darbe sayılır. Yola geldiğine inanıncaya kadar böyle yap. Her hâlde bu kamçılar onun üzerinde olsun. Nefsini Allah’a itaat ettirmelisin. İtaate başladıktan sonra onu yine boş bırakma! Ara sıra yine yaptığı eski hataları hatırlat, pişmanlık duygularını tahrik et. O Allah yoluna devam ettiği müddetçe uy, pek kırma. Çünkü nefsin de dünyada alacakları vardır, onları ver. Vermeyecek olursan, ibadet için kuvvet bulamazsın.

Bütün bu anlatılanlar Allah’ın muradına ermek için yapılmalı. O’nun uyarlığını kazandırmak için nefis ezilmeli. Aç koymakla iş olmaz, bu usul her zaman faydalı değildir. Buna başka şeyler de eklenmeli, eklenecek usuller, şahsa göre değişiktir.

İçin dışın bir olmalı. Her şeye uyar ol. İsyan bayrağını yırt. Muhalefet sıfatını bırak. Sükût yoluna gir. Küfrü bırak. Daima Hakk’ı an. Hayır düşün. Şer yollarını bırak, hata görme. Kalbinde Hak’tan başka biri olsa, yıllarca Hak kulluğuna koyulsan faydasızdır. Bin yıl ateş üstünde Hakk’a ibâdet etsen, kalbinle de başkasını görsen ve başkasından bir şeyler beklesen hayır yoktur. Saadet, Allah sevgisi ile başlar. Kula gönül kapıldığı an, her şey bitmiş olur.

Hak’tan başka her şeyi yok bil. Dış hâlinle eşyadan uzak durman ve iç âlemini onların peşinde sürüklemen neye yarar? Allah kalplerde olanı bilir. Bunu biliyor musun? Kalbinde başkası var, dilinde tevekkül, ne demek? Bu hâlin seni utandırmaz mı?

* * *

Ey evlat! Allah’ın hilmine güvenme. O’nun tutuşu şedittir. Bir tutarsa yıkılırsın. Şu cahil bilginler seni aldatmasın. Onların cümle bilgileri aleyhlerine çıkar. Lehlerine hiç bir iyilik bulunmaz. Allah’ın hükümlerini bilirler, o varlık sahibinin zatından tamamen gafil gezerler. İnsanlara iyiliği söyler, fakat kendileri yapmazlar. Bir şeyin kötü olduğunu söyledikleri zaman kendilerini sorumsuz görürler. Halkı doğruya çağırırlar; ama kendileri kaçarlar. İşleri Hakk’a isyan ve O’na çıkıştır. Bir kişiyi ele alır, onun hatalarını sayar dökerler. Onların ismi bende yazılı. Tarih gibi saklıyorum. Hepsini saymış durumdayım.

* * *

Allah’ım, bana tevbe yolunu göster, onlara da göster. Hepimizi Peygamber (s.a.v) uğruna bağışla. Babamız İbrahim Peygamber’in yoluna ilet. Allah’ım, bizi birbirimize düşürme, birbirimize faydalı olalım.


Cümlemizi rahmet deryana daldır. Âmin!

Bagimliliklardan Kurtulmanin Yolu

  Bağımlıklardan kurtulmak mümkün öncelikle tıbbın psikolojinin bilinçaltının yardımıyla ve İslamı anlayarak